8 Haziran 2014 Pazar

2013-14 sezonunda Galatasaray: Ne umduk, ne bulduk, daha neler göreceğiz?

Blogdaki son yazılarım yaklaşık 9 ay öncesinde kalmış; o zamandan beri dokunmak içimden gelmedi. Olimpiyatların İstanbul’da olmasını çok arzu etmiş, buna da kendimi iyice inandırmış ve sanki IOC üyelerinin umurundaymış gibi yüzlerce kelimelik yazılar döşenmiştim. Bu yazılar uzun bir süre yaşadığım hayal kırıklığının nişanesi olarak blogun en üstünde kaldı.

Olimpiyat bahsinden hemen önce de 28 Ağustos 2013’te Fatih Terim-Ünal Aysal ilişkisi üzerine bir şeyler karalamıştım. O noktada da yaşadığım büyük hayal kırıklığının yanına bütün vaziyeti çok yanlış yerden okuduğumu anlamamın kendi içimde yol açtığı mahcubiyet eklendi. Bahsettiğim dönemde Fatih Terim Galatasaray’ın başında 3. sezona başlamış ve krizdeki milli takım için de acil durum çözümü olarak düşünülmüştü. Ben de hocanın görevi kabul ederek risk aldığını, yönetimin ise olgun ve pragmatik bir tavır gösterdiğini yazmıştım. İtiraf edeyim, hayatımda yaşadığım en ağır yanılgılardan biriymiş. Meğer Başkan Ünal Aysal ve yönetimi, ağırlığı altında ezildiklerini hissettikleri Fatih Terim’den kurtulmak için bahane arıyormuş.   

Dostlarla sohbetlerde, twitter gibi mecralarda Fatih Terim’in kovulmasına karşı duyduğum tepkiyi dile getirdim ama herhalde bu çuvallamamın ağırlığıyla yüzleşip buraya yazamadım. Sonra yeniden Galatasaray’ı yazabilmek için uzun bir süre Mancini’yi çözmeye çalıştım. Kimi zaman beni heyecanlandıran ve umutlandıran hamlelerini kısa bir süre içinde hayrete düşüren ve öfkelendiren hamleleri takip edince net bir karara varamadım. Sonunda da sezon sonunu bekleyip kendi kendime bir değerlendirme yapayım dedim.

Burayı okuyanlar bilirler, aylık dergiye yazar gibi uzun yazmayı seviyorum.   Hele 9 ay ara verdikten sonra ben de kafamdaki her şeyi nasıl özetleyeceğimi bilmiyorum. Bu yüzden, Galatasaray’ın 2013-14 sezonunu 10 maddede analiz etmeyi denemeye karar verdim. Şimdiden kaçacaklar için söyleyeyim, yazının iki ana fikri var. Birincisi: Galatasaray, öncelikle yapısal sorunları olan kadrosu yüzünden başarısız bir sezon geçirdi. İkincisi: Mancini’nin kalması doğru karar, çünkü yeni sezonda daha başarılı olacak.

  1. Boşa harcanan 2013 yaz transfer dönemi

Üst üste 2 yıl şampiyon olmuş, uzun yıllar sonra ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale çıkmış ve orada da Real Madrid’i titretmiş, oturmuş bir kadroya sahip bir takımdan, yeni sezon öncesi eksikliğini gördüğü noktalara birkaç rötuşun yeterli olacağını düşünmek normaldir. Galatasaray’ın yazın yaptığı transferler bu anlamda isabetli denebilirdi. Bruma, sürati ve patlayıcılığıyla tüm dünyanın izlediği müthiş bir genç yetenek olarak kanatlara canlılık getirecek, Lille’deki başarısıyla oynadığı aylar boyunca izlenen Chedjou da savunmaya liderlik yapacaktı. Fakat bu iki isim takımın yaşadığı eksikliği gidermeye yetmedi. Örneğin sezon başında Fenerbahçe’ye kaptırılan Alper Galatasaray’a çok gerekli tipte bir oyuncuydu, Alper gelmeyince bu ihtiyaç unutuldu. Sol bekte inanılmaz bir profesyonellikle sırıtmadan oynayan Riera herhalde biraz daha idare eder denince sol bek alınmadı. 2012-13 sezonunda daha düşük tempoda oynayan, daha ziyade topa fazla sahip olmaya dayalı bir anlayışta ileri top taşımada kritik rol üstlenen Hamit’e (belki Engin’in bu işi yapabileceği düşünüldü), iki yıldır üst düzey performans veren Selçuk’a bir alternatif veya kadro derinliğin arttıracak yerli bir stoper (Uğur Demirok, Serdar Aziz) düşünülmedi. En önemlisi 6+0+4 sistemi hiç uygulanmayacakmış gibi takım kimyası hiç umursanmadı.

  1. Yabancı sınırından en olumsuz etkilenen takım

Türkiye Ligi’nde kadroyu kurarken ilk önce yabancıları yazılıyor. Sezon başındaki Galatasaray’a bir bakalım. Muslera, Melo, Sneijder ve Drogba’nın yerleri garanti görüldüğüne göre kalan 2 yer için Chedjou, Eboue, Riera, Amrabat, Bruma ve Dany savaşıyor. Burada hangi oyuncuyu ilk 11’e koyarsanız koyun alternatif sıkıntısı yaşanması doğal. Defansa ağırlık verecek olup bir bek ve bir stoper alsanız, hem diğer bekin (Sabri veya Hakan Balta) güvenilmez performansına muhtaç kalıyor hem de oyunu açabilecek bir hamle oyuncusundan yoksun kalıyorsunuz. Hücumcuları oynatsanız bu sefer savunmada sıkıntı büyüyor zira 2012/13 sezonunun son 10 maçını harika oynasa da açık alanda zaaf gösteren ve sağlık durumuna %100 güvenemeyeceğiniz Gökhan Zan’a muhtaç kalıyorsunuz.

Bu sıkıntıyı Galatasaray sezon boyunca özellikle ilk yarıda derinden yaşadı. Mancini, bu bozuk takım kimyasını görüp çılgın deneyler yapmaya soyundu ama bunların çoğunda başarısız oldu. Devre arası yapılan transferlerin büyük çoğunluğu rotasyona girebilecek kadar bile performans sergilemeyince belki bolluk içinde yokluktan, kısır kadro içinde macera denilecek bir döneme geçildi. Neticede, orta sahası ve savunmasının iki kanadı Türkiye’deki en iyi yerli oyunculardan oluşan Fenerbahçe, yabancı sınırlamasından en ufak şekilde etkilenmeden arayı açarken, Galatasaray bu bozuk kimyadan istikrar üretemedi.

  1. Terim’in kriz çözme becerisinin aranması

Galatasaray yine de bu bozuk kimyadan bir formül üretebilirdi belki ama bunu yapabilecek tek kişi olan Fatih Terim’le yollar ayrıldı. Bu varsayımda bulunmak belki anlamsız, hatta duygusal gelebilir fakat ben Fatih Terim’in kalması halinde Galatasaray’ın ligi yine şampiyon bitirmiş olabileceğine inanıyorum. Bahsettiğim kriz çözme becerisini somutlaştırmak gerekirse; 2011-12 sezonunda İBB maçındaki kadroyu ve 9. haftada Fenerbahçe önüne çıkan kadroyu; Semih ve Emre Çolak’ın nasıl ilk 11’e yerleştiğini, kanat oyuncusu kullanmayan merkez özellikli dört orta saha ile rakibe nasıl baskı kurulduğunu, devre arası transfer edilen ve çoğunluğun dudak büktüğü Necati’nin gollerini hatırlayın. Sonra 2012-13 sezonunun devre arasından sonra Sneijder ve Drogba’lı formasyonun nasıl oturtulduğunu, Riera’dan nasıl bir sol bek devşirildiğini, transfer ücretinden dolayı eleştirilere konu olan ve benim de beğenmediğim Amrabat’ın hamle oyuncusu olarak Şampiyonlar Ligi’nde kaç asist yaptığını, hatta gitmek üzere olan maçlarda (tasvip edilip edilmemesi ayrı mesele) Terim’in takımı ateşlendirmek için saha kenarında yaptıklarını hatırlayın.

Bu yıl da 6-1’lik Real yenilgisi bu hünerin gösterilmesine ihtiyaç olduğunu belgeleyen yeterince büyük bir krizdi. Galatasaray, hemen akabinde Olimpiyat Stadı’ndan Beşiktaş galibiyetiyle çıkmış ayağa kalkma yoluna girmişti. Sonra birdenbire Terim gitti. Terim ile Mancini’yi taktik becerisi açısından karşılaştırmıyorum. Kendini uluslararası planda ispatlamış iki büyük isim olarak farklı yönlerde artıları eksileri elbet vardır. Fakat Mancini’den tanımadığı bir ligde oturmamış bir takımla başarı kovalarken Terim’in ortaya koyabileceği biraz “alaturka” da denebilecek çözümleri beklemek elbette haksızlık olurdu.   


  1. Mancini’nin en büyük handikapı:  Oyuncu yönetimi

Yukarıda bahsettiğim kimyası bozuk kadrodan en iyi verimi ancak ve ancak bazı kilit oyuncuların bireysel performansını yükselterek gösterebilirsiniz. Mancini’nin Galatasaray’a gelmesinden bu yana, ilk sezonki performansını yakalayan Melo’yu saymazsak, daha iyiye gittiği söylenebilecek tek isim, bu sezonun gerçek kahramanı olan Sneijder.

Mancini, Galatasaray’a gelirken muhtemelen Avrupa’nın en büyüklerinden biri olduğunu iddia eden bir kulüpten, haklı olarak kusursuz bir organizasyon bekledi ve antrenman/taktik boyutundaki katkılarının başarı için yeterli olacağını düşündü. Bu yüzden birebir oyuncu yönetimi boyutuyla pek ilgilenmedi. Halbuki Türk futbolcularının bir çoğunun temel eğitimlerindeki ve taktik bilgilerindeki yetersizlikler, sezon içinde birçok maçta Galatasaray’ın komik görüntüler vermesine, olmayacak goller yemesine neden oldu. Mancini bu durumu kavramakta geç kalıp, yaptığı deneylerle durumu istemeden daha da karmaşık hale getirdi. Bu noktada yardımcısı Tugay Kerimoğlu da hiç inisiyatif almayarak, ya da bu görüntüyü vererek büyük bir hayal kırıklığı yaşattı.

Takımın kilit oyuncularından Selçuk, Burak ve Semih’in sezon sonuna doğru performanslarındaki yükseliş ve kadro istikrarının yakalanması kötü geçen bir sezonun kupa ve Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılımın sağlanmasıyla olabilecek en iyi biçimde sonuçlandı. Bu durum Mancini’nin de artık buradaki koşullara vakıf olduğu yönünde umut veriyor.

  1. Devre arası transferleri fiyaskosu

Galatasaray’ın devre arası transferlerinin sorumlusu kim bilmiyorum ama herhelde bu isimleri Mancini istedi diyerek yönetimin kendini kurtarması mümkün olmayacaktır. Çünkü Telles dışında hiçbir oyuncudan verim alınamadı. Gelen oyunculara şöyle bir bakalım: Alex Telles, Burdisso, Hajrovic, Ontivero, Salih Dursun, Veysel Sarı, Koray Günter, Umut Gündoğan, Oğuzhan Kayar.

Bu oyunculardan Telles Galatasaray’da oynayabilecek kalitede ve gelişme potansiyeli bulunan bir sol bek. Veysel Sarı, bence yeterli görülmese de farklı mevkilerde oynayabilecek iyi bir ilk 18 oyuncusu. Koray Günter de şans buldukça faydalı olacak, kalitesini belli eden bir stoper. 19 yaşındaki diğer oyuncu Oğuzhan’ı da bir kenara koyalım. Diğer oyunculardan hiçbiri maalesef Galatasaray’da oynayabilecek bir ışık vermediler. Ontivero belki bu yıl kiraya verilirse onun potansiyelini görme şansımız olacak. Ancak ne Salih Dursun ne de Umut Gündoğan yeterli ışığı verebildiler. Burdisso her ne kadar maliyetli olsa da “yılın bidonu” denebilecek kadar kötü bir transferdi. Hajroviç ise teknik kapasitesi yüksek ama genel kalite olarak Şampiyonlar Ligi seviyesinin çok gerisinde göründü.

Devre arası transferiyle gençleştirme operasyonu olmaz. Bu dönemde takımın ihtiyacı olan, hemen verim alabileceğiniz nokta transfer yapmalısınız. Türkiye’de çoğu kulüp bu ta Nobre’nin gelişinden beri bu işi iyi beceriyor (bkz. Gekas, Edinho). Bir diğer ihtimal de iyi işleyen kadronun havasını değiştirecek “çilek” tabir edilen transferler. Galatasaray önceki iki sezonda bu iki modeli de Necati / Sneijder&Drogba uygulamış ve olağanüstü verim almıştı. Geçtiğimiz sezon ise yönetimin çuvalladığını söylemek mümkün. Sadece Hajrovic ve Burdisso’nun performanslarının, haklı olarak yerin dibine batırdığımız Amrabat ve Dany’den geri kalması bile bunun göstergesi. Umarım yine yanıldığım hususlar olur da sezon başı kampını iyi geçirebilecek Umut, Salih gibi oyuncular yeni sezonda rotasyonda yer bulur.


  1. Oyun felsefesi: Kaos futbolu, savunma futbolu, pas futbolu ya da futbolsuzluk 

Aslında herhangi bir takımın oyun anlayışını tek bir tanıma indirgeyerek etiketlemenin çok doğru bir analiz biçimi olduğunu düşünmüyorum. Fakat bir takımın başarılı olması için rastgele biçimlenen taktikler yerine genel bir oyun felsefesine sahip olması da şart. Yine geçtiğimiz sezonki Fenerbahçe’ye bakarsak, hücumda kaybettiği topları şok presle geri kazanmayı ana hedef olarak belirleyen, yüksek tempoyla rakibi boğan ve hücuma yayılırken her iki bekini de aktif kullanan bir takım olarak basitçe tanımlamak mümkün. Galatasaray’ın bu yılki oyun felsefesini tarif etmek zor olduğu gibi uygulanmak istenen bazı taktiklerin de elde mevcut oyuncu grubuna uymaması beklentilerin altında kalınması sonucunu doğurdu.

Galatasaray, Terim döneminde 2011-12 sezonunda yüksek tempo ve prese dayalı bir oyun ortaya koyarken, 2012-13 döneminde Burak, Hamit ve özellikle Sneijder&Drogba transferlerinden sonra daha az baskı kuran ve daha çok topa sahip olan bir takıma dönüşmek durumunda kaldı. Bu durum aslında takımın genel itibariyle pozisyon üretmekte zorlanmasını beraberinde getirirken oyuncuların üstün kalitesi sayesinde sorunlar görünmez kılındı.

2013-14 sezonuna başlarken belki teşhis doğru konulmuştu ama kadroya yeterli müdahale yapılamamıştı. Böylelikle Mancini döneminde, Galatasaray’ın özellikle deplasmanlarda 2012-13 sezonundan devraldığı pozisyon üretememe sıkıntısının giderek arttığını gördük. Oyun sıkıştığında açamayan Galatasaray, bir yandan da savunmasına baskı yapıldığında geriden top çıkarmakta zorlanıyordu. Kısacası, takım top çıkarmak için savunmada aklıyla oynayan Ujfalusi gibi bir savunma komutanına ihtiyaç duyuyordu. Bunun da ötesinde, daha da önemli bir sıkıntı olarak orta sahada takımı ileriye taşıyacak oyuncu sıkıntısı çekildi sezon boyunca. Selçuk’un formsuz bir yıl geçirmesinin yanında, ilk geldiği sezon çok eleştirilen Hamit’in sakatlığının etkisi beklenenden fazla oldu. Hamit her ne kadar çok top kaybetse ve kimi zaman takımın el freni gibi görünse de top saklıyor, takımın hücuma yerleşmesini sağlıyor, faul alıyordu. Bunu bu sezon Yekta bazı maçlarda bir nebze yapmayı başarsa da genel itibariyle bu rolü üstlenen kimse kalmadı.

Geçtiğimiz sezon Galatasaray’ın en iyi oynadığı maçlarda hep oyunu genişletmeyi başardığını, oyunu rakip sahaya yıktıktan sonra süratle oyunun yönünü değiştirerek rakip savunmaları zor durumda bıraktığını görüyoruz. Bu tür maçlarda Türkiye’de muhtemelen en yüksek oyun zekasına sahip olan futbolcu olan Sneijder ile tek başına takımı ileriye iten Melo’nun öne çıkması sürpriz değildi.

Sezonun sonuna doğru ise Drogba’nın sakatlığında Mancini tek santrfor Burak, arkasında Sneijder dışında takımın geri kalanını defansif isimlerden oluştuğu düşük tempoda oynayan ve öncelikle alanı iyi kapatarak pozisyon vermemeyi deneyen bir anlayış benimsedi ve son 5 maçını kazanarak istediğini de aldı. Sanırım gelecek sezon Mancini takımı bu anlayış üzerine inşa edecek.

  1. Selçuk İnan

“Selçuk İnan’ın 2011-12 sezonu başında Fenerbahçe yerine Galatasaray’ı tercih etmesi ligin kaderini değiştirdi.” Bunu söyleyen ilk kişi ben değilim ve muhtemelen bundan yıllar sonra da haklı olarak tekrar edilecek. Selçuk, gelir gelmez ilk sezonunda hem kalitesi hem de liderlik vasıflarıyla takımı sırtına aldı götürdü. Bir yandan takımın en çok koşan askerlerinin başında gelirken, bir yandan da takımın generali olarak “beyin” görevini yaptı. Aynı performans ikinci yıl da devam etti. Üstelik, Sneijder&Drogba transferlerinden sonra çoğu zaman sol kanat-sol iç gibi alışık olmadığı bir mevkide görev aldı.

Selçuk, bu takımın saha içinde de saha dışında da gerçek lideri. Üstelik bu liderliği kimse kendisine altın tepside sunmadı. Performansıyla takımın aynı anda hem en teknik hem de en mücadeleci ismi olduğu için büyük bir saygı kazanarak liderliğini kabul ettirdi. Geçtiğimiz sezon yaşadığı düşüşün nedenlerini çok derin irdelemeyeceğim ama takımı doğrudan etkileyen bu süreç en çok kendisini yıprattığını ve en çok kendisine kızdığını düşünüyorum. Son Fenerbahçe maçındaki duygusal patlamasını (yeri gelmişken o dönem sergilenene başarılı kriz yönetiminin altı çizilmeli) da buna bağlıyorum.

Umuyorum ki imzaladığı yeni sözleşme yeniden 2011-12 sezonu başındaki gibi bir sayfayı açmış olsun. 2013 şampiyonluğunu getiren Sivas maçında gördüğü zirveden sonra bir yıl boyunca frikik golü atamayıp, sondan bir önceki maçta Trabzon’da müthiş bir frikik golüyle dönmesi bir yıllık kabus dönemini kapatmış olsun. Sevdiğimiz bir şarkıcı/ grubun tek seferlik kötü albüm yapma hakkı olduğu gibi Galatasaray taraftarı da unutacaktır.



  1. Büyük maçları kazanma becerisi ve büyük maçların adamı Sneijder

Mancini, bu sezon Galatasaray’ın başında çıktığı beş derbiden dördünü ve Türkiye Kupası finalini; ikincilik için kazanması şart olan ligin son dört maçını kazandı. Şampiyonlar Ligi’nde esas rakibi Juventus’tan sürpriz bir şekilde 4 puan alarak gruptan çıktı. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda takımın iyi bir şekilde konsantre olduğu hedef maçları kazanma becerisi göstermesinin geçtiğimiz sezonun en büyük başarısı olduğunu söyleyebiliriz. Elbette, bu maçlarda takımın çok az pozisyon verdiğini, daha derli toplu oynadığını, kontrollü bir anlayış benimsediğini de söylemek lazım. Fakat bu maçları kazanmak için çoğu zaman bir süper yıldıza ihtiyaç duyulur ki o da geçtiğimiz sezon her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıktı: Wesley Sneijder.

Sneijder’ın çok özel bir oyuncu olduğunu tekrar etmeye, onun özelliklerini tek tek saymaya gerek yok. Burada madem sezonu analiz ediyoruz, yapmamız gereken onun özelikle Mancini’nin gelişinden sonra performansındaki artış. Burada, çoğu yerde değinildiği gibi Terim’in Sneijder’ı “istememiş” olmasından ziyade, Sneijder’ın 2012-13 sezonunun ilk yarısında neredeyse hiç forma şansı bulmadan Galatasaray’a gelmesi ve kadronun ondan verim alacak şekilde tanzim edilmemiş olmasının ana etken olduğunu düşünüyorum.      

Sneijder, üst düzey yetenekleri olan bir sistem oyuncusu. Halihazırda dünyada en üst seviyedeki her takımda oynayabilecek bir adam ve Galatasaray’da onu izlediğimiz her maç büyük bir şans. Onun kendini gösterebilmesi için iyi işleyen bir sistem yeterli, çünkü onun en büyük özelliği hem kendisi hem de arkadaşları için en uygun pozisyonları bulmaya odaklı üstün bir saha içi görüşüne sahip olması. Attığı golleri tekrar izleyince, kendini nasıl boşa çıkardığını, doğru zamanda doğru yerde bulunmayı nasıl becerdiğini net biçimde görmek mümkün.

Galatasaray adına gelecek sezondan ümitli olmamı sağlayan birinci unsur yüksek konsantrasyon gerektiren maçlarda (Chelsea rövanşı hariç) gerekenin yapılmasıydı. Önümüzdeki yıl bunu başarmak için sadece Sneijder yetmeyecek ama öncelikle ona ihtiyaç duyulacak. Umarım Dünya Kupası’nda da bu sezonu taçlandırır ve yine umarım bu performansı sonrası onu Galatasaray’dan koparacak kadar cazip teklifler almaz.   

  1. Mancini neden kalmalı?

Galatasaray’ın, 2013-14 sezonunda, kağıt üzerinde doğrudan Şampiyonlar Ligi gruplar bileti getiren lig tarihinin en kıymetli ikinciliği, 9 yıl sonra gelen Türkiye Kupası şampiyonluğu ve Juventus gibi bir devi geride bırakarak gelen ve esasen gruptan çıkma alışkanlığının yerleşmesi bakımından fevkalade önemli bir Şampiyonlar Ligi performansıyla başarılı olduğunu söylemek mümkün. Fakat Galatasaray taraftarının genelinde, ciddi bir tatminsizlik ve güvensizlik mevcut olduğu da bir gerçek. Geçtiğimiz sezon, ezeli rakibinin son yıllarda en rahat elde edilen şampiyonluğa yürüdüğünü görmek yeterince ciddi bir travma olsa da, esas sorun takımın Mancini döneminde istikrarlı bir oyun ve kadro iskeleti oturtamaması ve çoğu maçta isteksiz, bitkin ve ışık vermeyen bir görüntü çizmesi oldu.

Yeni sezona başlarken Mancini bu tabloyu değiştirme yönünde ne vaat ediyor, buna bakmak lazım. Takımın kadro kimyası hala bozuk olsa da tek başına maç alabilecek kaliteli ayakları mevcut. Bunun ötesinde sezon sonunda, iyi kötü bir kadro istikrarı yakalanan “1-0 olsun bizim olsun” döneminden hareketle gelecek sezona ait öngörüler sunmak mümkün.

Mancini, İtalya ve İngiltere liglerinde şampiyonluk yaşamış ve hala dünyanın en elit 15-20 hocası arasında sayılan bir isim. Az önce bahsettiğim dönemde savunma güvenliğine ve alan paylaşımına öncelik veren daha düşük tempoda oynayarak sonuç alan bir takım düşüncesinin Mancini’nin gelecek sezonki planlarının temelini oluşturacağını düşünüyorum. Bu anlayışın iyice oturması için Mancini’nin kendi sistemini anlatmak ve benimsetmek için bol bol zamana sahip olacağı sezon başı kampının büyük bir şans olacağına inanıyorum. Bunun yanında lider bir stoper ve oyun sıkıştığında tempoyu arttırabilecek patlayıcı özellikte bir oyuncu (ki bu sezon bunu Bruma’nın yapabilir) olmazsa olmaz.

Mancini yeni sezonda hem ligi hem de elindeki kadroyu daha iyi tanıdığı için çılgın denemelere gitmeyecektir. Fakat bu sezonun son maçlarında gördüğümüz sağ beki Semih, sol beki Sabri olan formasyonları hiç görmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Belki biraz daha sıkıcı ama sonuca giden bir takım izleyeceğiz gibime geliyor. Bir benzetme yaparsak belki Lucescu değil de bir Daum takımı olacak sahada (Bu analojiyi sağ ayaklı sol bek Ümit Özat üzerinden yapmadığım bilinsinJ).

Daum’u beğenmeyenler beğenenlerden çoğunluktadır muhtemelen ama Bursa’yı saymazsak Türkiye’deki 6 sezonundan 3’ünü şampiyon olarak bitiren, ikisini de son saniyede kaçıran bu ligin kurdu olmuş bir insan var karşımızda. Galatasaray için bu çerçevede az pozisyon veren, gümbür gümbür oynamayan ama sonuç alabilen, Daum’un Alex’ine benzer kilit açıcı bir Sneijder’e sahip bir takım aklımdaki. Mancini’nin kendini elit antrenörler arasına sokan Daum’dan üstün vasıfları da ligde ve şampiyonlar liginde bu takımın artıları olacak.      

Bütün bu senaryoda beni en çok korkutan ve emin olamadığım şey ise Mancini’nin bunun için ne kadar hırslı ve istekli olduğu. Türkiye’den şampiyon olmadan gitmem diyecek, oyunculuk kariyerinden alıştığımız hırsını yansıtan bir Mancini, doğru şablonu da bulacaktır.

  1. Yeni sezon planlaması

Gelecek sezon Galatasaray’ın kadrosu her şeyden önce daha kompakt oynayabilecek, takım kimyasındaki problemler giderilmiş ve yerli oyuncuların ortalama kalitesi yükselmiş ve derinliği artmış bir yapıda olmalı. Özellikle 5+3 kuralı sahadaki yerli oyuncuların kalitesinin belli bir seviye üzerinde olmasını zorunlu kılıyor.

En başta Olcan Adın,  amiyane tabirle üçe beşe bakılmadan alınmalı. Anlaşılan Trabzonspor 5 milyon € gibi bir rakama razı olacak. Salih Dursun’un bonservisine 2,75 milyon € verdiğin yerde, 5+3 kuralını düşününce, hele ezeli rakibine (Beşiktaş) kaptırma ihtimali söz konusuyken bu transfer gereklilikten öte zorunluluk.
Olcan yanında konuşulan isimlerden Tarık Çamdal bana göre büyük gelecek vaat ediyor. Mevlüt Erdinç de yabancı forvet zorunluluğunu ortadan kaldıracak ve kontenjanın esas oyuncu kıtlığı çekilen bölgelere kaydırılmasını kolaylaştıracak. Turgut Doğan Şahin ve İshak Doğan’ın Galatasaray’a katkı sağlayacaklarından şüphem var. Altyapıda kaptırılan oyuncuları para verip geri almak insan ağır geliyor ama yabancı kontenjanının kullanımına göre, pahalı olmayacaksa Uğur Demirok da düşünülebilir. Bence daha genç ama sakatlık vs. nedenlerle beklenen patlamayı yapamamış Sefa Yılmaz, Muhammet Demir ve uzun süredir konuşulan ama düşüşe geçen Serdar Aziz (sanırım Şenol Güneş onu bırakmaz ve performansını milli takım düzeyine yükseltir) gibi isimlere yönelmek isabetli olacaktır.

Ünal Aysal, pahalı transfer, “çilek transferi” yapmayacaklarını söylüyor. Esasen, taraftarın beklentisi basit, ihtiyaca yönelik transfer yapılması. Yeni sezonun ideal 11'ini yazdığımızda doğrudan oynaması beklenen Muslera-Melo-Sneijder üçlüsünün yanına iki yabancı daha eklenecek. Bunlardan biri alınacak stoper olursa kontenjanın son formasını muhtemelen Telles alacak. Bu durumda hücum hattını kuvvetlendirip çeşitlendirecek isimlere yönelmek önem taşıyor.    

Son olarak, fiziksel durumundan emin olamasam da, mental açıdan olgunlaşmış ve takımın kadro ve taktik yapısı içinde parlamaya müsait Bruma’nın bu yıl önemli bir çıkış yakalayacağına ve takıma önemli puanlar kazandıracağına inanıyorum.

Gelecek sezon için bir takım tertibi projeksiyonu yaparsam, Şmpiyonlar Ligi’nde sahaya çıkacak şöyle bir 11 hayal ediyorum. (Stopere halihazırda konuşulan isimlerden Astori’yi yakıştırdım)

Muslera- Tarık*, Semih, Astori*, Telles- Melo, Selçuk- Bruma, Sneijder, Olcan*- Burak
(Chedjou kalmalı ve Mevlüt alınamazsa yabancı bir forvet alınmalı)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder